Yazan: Işık SÜKAN

  HİKMET 3

Her sabah vakti ses geldi. Ses kulağıma “zikir söyle” dedi. Zikrini söyleyip yürüdüm. Aşksızları gördüm ise de yolda kaldılar. O sebepten, aşk dükkânını kurdum.

AÇIKLAMALAR:
         Hoca Ahmet Yesevi sabah vaktinin sırlarını bu hikmetiyle ifade ediyor. (Ahzâp Suresi 41inci ayetinde “Ey inananlar! Allah’ı çokça zikredin. 42inci ayette “Ve O’nu sabah akşam tespih edin.” dendiği gibi İsrâ suresi 44üncü ayet “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tespih eder. O’nu övgü ile tespih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz onların tespihini anlamazsınız. O halîmdir, bağışlayıcıdır.” İsrâ Suresi 78inci ayette gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar, 79uncu ayette gecenin bir kısmında uyanarak takriben saat bir buçuk ile üç arası yine 78inci ayete göre sabah gün doğumuna yakın vakitlerde Rabbi zikretmek ve dua etmek Cenab-ı Hakk tarafından tavsiye edilmiştir. Zikri, namaz ile karıştırmamak lazımdır. Bunu daha önceki hikmetleri açıklarken de arz etmiştik. Zikir zihinle, tespih ise kelamı tekrar ederek nefes ve ağız yoluyla yapılır. Kuran’ı Kerim’de namaz ile ilgili ayet yoktur.
         Bedenle yapılan mübarek ibadet olan namaz, sevgili peygamberimize miraca çıktığı zaman, onun ümmetine Hakk tarafından hediye olarak verilen ibadet biçimidir. Resulullah bunu bizzat kendisi ashabına öğretmiştir ve bu ibadetin farz olduğunu beyan etmiştir. (Nisâ Suresi ayet 80 “Kim Resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.”)
         Böylece çok kutsal bir vakit olan sabah vakti, namazla başlar ve zikir ve dua ile değerlendirilir. Namaz elli vakit olarak öngörülmüşken daha sonra beş vakte indirilmiştir. Tekrar edelim namaz ile zikri, tespihi birbirine karıştırmamak gerekir.
         Namazın en önemli ve olmazsa olmaz suresi Fatiha-ı Şerife’dir. Bu sure Allah ile kul arasında mukaveledir. Fatiha’nın birinci ayetinde, Cenab-ı Hakk kulların kendisine âlemlere öğrettiği için hamd etmesini istemektedir. Buna göre, Allah öğretmendir. Ve O’na göre en değerli varlık talebedir. Talebe Allah’a yakın olmak için ilim yapmaya talip olan kişidir. Talip olmak, istekli olmak demektir. Bu istek aşk derecesinde olmalıdır. Aksi takdirde menzile varamazlar yarı yolda kalırlar. O yüzden Hoca Ahmet talebelerin aşk derecesinde ilme talip olabilmeleri için aşk okulunu kurup özel ders verdiğini söylüyor. Demek ki talebenin aşk seviyesinde ilme ve Allah’a yakınlaşmaya istekli olabilmesi için bazı yöntem ve çalışmalara ihtiyaç vardır. Yesevi’nin bunun farkına vararak ona göre bir ekol kurduğu ve buna da aşk okulu adını verdiğini anlamış oluyoruz.

*

On birinde rahmet deryası doldu taştı. “Allah” dedim. Şeytan benden uzağa kaçtı. Hay-u heves, ben-bencilik durmayıp göçtü. On ikimde bu sırları gördüm.

AÇIKLAMALAR:
         Hoca’nın on bir yaşında iken Allah’ın sonsuz şefkatine nail olduğu dolayısıyla negatif enerjilerden bu sayede kurtulduğu anlaşılıyor. Devamlı surette “Allah” zikreden kişi egosunu yenerek bencillikten kurtulur, şeytan o kişinin uzağına kaçmak mecburiyetinde kalır. Bu Allah zikrinin sırları gereğidir.

*

On üçümde nefsanî arzuları ele aldım. Nefis bana yüz bin bela sardı. Kibirlenmeyi ayakaltına aldım. On dördümde toprak gibi oldum.

AÇIKLAMALAR:
         Bakara suresi 30 ayet “Hatırla ki Rabbin meleklere; ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi onlar; bizler hamd ile seni tespih ve takdis edip dururken,  yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah’da onlara; sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim” dedi. 31. ayet “Allah Âdem’e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arz edip; eğer siz sözünüzde sadık iseniz şunların isimlerini bana bildirin.” dedi. 32. ayet “Melekler; ya Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz âlim ve hâkim olan ancak sensin.” dediler. 33. ayet “Bunun üzerine ey Âdem! Şeylerin isimlerini meleklere anlat, dedi Âdem onların isimlerini meleklere anlatınca; ben size, muhakkak semavat ve arzda görülmeyenleri bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da bilirim dememiş miydim?” dedi.
         Bu ayetlerden insanın nasıl yaratıldığını anlıyoruz. İnsan vücudunda iki trilyon hücre vardır. Bu hücreler dokuları, dokular organları, organlarda sistemleri meydana getirmiştir. Sindirim sistemi, seksüel sistem, dolaşım sistemi, sempatik sistem gibi. İnsan vücudu, montaj sanayi gibi çalışır. Bitkiler gibi fotosentez yapamadığı gibi, bazı kara ve deniz hayvanlarının oluşturduğu amino asitleri de imal edemez. Bunları; yer altındaki ve yer üstündeki sebze, meyve, bitki ve ağaçlarından elde ettiği besinlerle yerle gök arasında ve denizlerde oluşan bitki ve hayvanlardan vs. elementlerden (tuz, su, kalsiyum) temin eder. Bilindiği gibi yaradılmış olan her şeyin ruhaniyeti vardır. Böylece insan beslenmek için aldığı gıdaların materyalleri ile birlikte ruhaniyetlerini de bedenine sindirmiş olur. İki trilyon hücrenin yapısında bulunan çeşitli ruhaniyetler bir konsensüs meydana getirirler ki, buna nefis (ego=ben) denir. Nefis Cenab-ı Hakk’ın Adem’e üflediği ruhun emrinde ve gözetimindedir. Allah’ın insan bedenine üflediği yüce ruhu “Ben size şah damarınızdan daha yakınım.” ayetinde ifade bulur. O’nun emrinde akıl, zekâ, sezgi vs. yetenekler vardır. Bunlar nefsi gözetim ve denetim altında bulundururlar. Halk arasında buna vicdan denir. Nefsin yönetimi ve denetimi fevkalade zordur. Ancak, vicdanın gösterdiği doğru yola uyarsa, temsil ettiği onlarca ruh birlik beraberlik içinde Hakk’ın vücuda üflediği ruhun seviyesine gelmek üzere tekâmül eder. Buna TEVHİD dedir. LA İLAHE İLLALLAH kelimesiyle ifade edilir. Bu seviyeye gelen nefsin Cenab-ı Allah katında en büyük mükâfat ve ecirlere sahip olacağı, Fetih suresi 29. ayet ve bilhassa bu ayetin son cümlesinde mükemmel bir şekilde ifadesini bulmuştur.  Nefsin bu hale gelebilmesi insanın yüz bin beladan kurtulmasına denktir. Hoca’ya göre, bu belaların en büyüğü kibirlenmektir. Gerçekten başlangıçta kirli bir su iken sonunda da kokuşmuş bir leşten ibaret olan insanın, bir yerlerde kibirlenmesi kadar ironik bir olay olamaz. Hoca, nefsinin tam bir tekamülle, on dördüne bastığında tevhide ulaştığını söylemesi onu toprağa benzetmesinden açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü toprak da TEVHİD’in mükemmel bir numunesidir.

*

On beşimdeyken huriler ve gılmanlar beni karşıladılar. Başlarını eğip el bağlayıp saygı gösterdiler. Firdevs cennetinden haberci davetiye getirdi. Cemal için hepsini terk ettim.

AÇIKALAMALAR:
         Herkesin dünyada yaptıklarının karşılığını alması için Cennet Allah’ın adaletinin bir tecellisi olarak yaratılmıştır.
         Mülk suresi 2. ayet “Allah davranış ve eylem bakımından (amel) hanginizin daha iyi olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı.” Böylece Allah insanın yaradılışındaki amacı bildirmektedir. Mümin suresi 115. ayete göre Allah’ın amacının bilincinde olmayan, boş ve amaçsız bir hayat yaşama gayesinde olan insanları “bizim sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?”
         İnsan dünyada bulunduğu süre boyunca Kuran’a uymakla, her düşüncesinde ve tavrında Allah’ın rızasın aramakla vicdanını kullanmakla, güzel ahlakı yaşamakla, salih amellerde bulunmakla sorumludur. İnsanın yaptığı her şey, söylediği her söz, hatta aklından geçen tüm düşünceler ahirette karşısına çıkmak üzere amel defterine yazılmaktadır. Nahl suresi 93 ayet “Yaptıklarınızdan muhakkak sorumlu tutulacaksınız.” Enam suresi 132. ayet “Yapmakta oldukları dolayısıyla her biri için dereceler vardır.
         HADİS “Pişman olan kimse, Allah’ın rahmetini gözler. Kendini beğenende Allah’ın gazabını bekler. Herkes Allah’ın huzuruna ölümünden önce yaptığı amel ile gelir. Ve muhakkak ki amellerin sahipleri hatimelerine göre hüküm giyerler… Kim zerre kadar hayır yaparsa onu görür. Kim de zerre kadar şer yaparsa onu görür. Nahl suresi 32. ayet “Melekler güzellikle canlarını aldıklarına selâm size derler. Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere Cennete girin. Kaf suresi 31. ayet “Cennette, muttakiler için uzakta değildir. O gün yakınlaştırılmıştır.
         İncil’de; “Allah “Herkese yaptıklarının karşılığını verecektir. Durmadan iyilik ederek yücelik, saygınlık ve ölümsüzlüğü arayanlara sonsuz yaşamı verecek ama bencil olanların gerçeğe uymayıp haksızlığın peşinden gidenlerin üzerine gazap ve öfke yağdıracak (Pavlus’un Romalılara mektubu, 2.bölüm, 6-8)
         Cennet’in derece derece olması:
         Kuran’da bildirilen “Allah katında onlar derece derecedir…” (Al-i İmran Suresi 163) ayetinden de anlaşılacağı gibi Cennete’e girecek kimselerde yine takvalarının derecesine göre karşılık görürler. HADİS, … Cenneti’de amellere göre taksim ederler. (Çok ameli olan çok pay alır) (Ramuz El-Ehadis-1, s.198/17)
         Rabbimiz ihlâs sahibi samimi kullarının kendisi’nden razı olarak cennete gireceklerini bildirir. (Beyine Suresi, 8)
         İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte kurtuluşa ve mutluluğa erenler bunlardır. (Tevbe Suresi 20)
         Yarışıp öne geçenlerde öne geçmiş öncülerdir. İşte onlar yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlardır. (Vaka Suresi 10-12)
         HADİS, Cennette yüz derece vardır. Bir tanesi bütün alemleri içine alır (Râmuz-El-E-Hadis-1,s.125/8)
         HADİS, Cennet yüz derecedir. Doksan dokuzu akıl ehline mahsustur. Geriye kalan biri ise diğer ahaliye (Râmuz-El-Ehadis-1,s.200/11)
         Yine hadislerde bildirildiğine göre bu derecelerden en yüksek mertebeyi FİRDEVS CENNETİ oluşturur: cennet yüz derecedir. Müteakip iki derecenin arası yer ile gök arası gibidir. Firdevs en yükseği olup Cennetin orta yerine düşer. Ve onun üstü arşı rahmandır. Cennetin ırmakları burada kaynar. Allah’tan istediğinizde Firdevs Cennetini dileyin.
         Ayrıca hadislerde ADN Cennetinden de bahsedilmektedir. HADİS, Firdevs cennetleri dörttür: ikisinin ziynetleri kap-kaçakları ve içindekiler altındandır. İkisinin ise ziynetleri kap-kaçakları ve içindekiler gümüştendir. (Adn) cennetindekilerle Allah’ın veçhi (yüzü) arasında ancak bir ridayı-kibriya (büyüklük perdesi) vardır. Süt, bal, şarap ve su nehirleri ADN cennetinden kaynar sonra diğerlerine dağılır. (Ramuz-El-Ehadis-1,s.272/4)
         HADİS, …Bir kerpici beyaz inciden, bir kerpici kırmızı yakuttan, bir kerpici de yeşil zebercettendir. (Zümrüt). Çamuru halis misk, çakılları lü-lü, otları zaferandandır.
         Kuran’da; (Fecr Suresi 28) (Beyine Suresi, 8) (Ali İmran suresi, 170) Cennetlerin ne kadar fazla nimetle dolu olduğunu anlatmaktadır.
         Adn cenneti, bütün cennet nimetleriyle dayalı-döşeli bir yerdir. Firdevs cenneti ise, (cenneti piramid gibi farz edersek) bütün cennet mertebelerinin birlikte müşahede edileceği en yüksek bir yer ve uç noktadır.
         Bazı insanlarda cismani hevesler inkişaf eder. Onları şâirâne ilhamlar ve ruhun istifade edeceği zevkler pek alakadar etmez. Bu açıdan Adn cenneti üstündür. Bazılarında ise rûhî hevesler, duygular inkişaf etmiştir. Rûhanî halleri arzu ederler. Onlar için yeme, içme, huri vs. pek önemli değildir. Bu açıdan da Firdevs cenneti üstündür.
         Geçmiş ümmetlerde gaybe iman, Ümmeti Muhammed’e nispeten çok az gelişmiştir. Onlarda nazari ilim daha galipti. Bu noktadan bir bakıma cismaniyet cenneti diyebileceğimiz Adn cenneti, diğer ümmetlerin ufuk noktasıdır. Buna karşılık Muhammed ümmeti gaybe imanda çok derinleştiği için onlara da Firdevs cenneti hedef olarak gösterilmiştir. (Bkz. Et-Taberi, Tefsir, Mısır 1954, XVI. 37-8)
         Mehaz: (Şuara, 26/85) (Bk. El-Maide, 5/65; et-tevbe, 9/21; Yunus, 10/9) (Beyine, 98/8, ayrıca bk. et-Tevbe, 9/72; er-Ra’d, 13/23; en-Nahl, 16/31) (el-Kehf, 18/107, el-Mü’minun, 23/11) (Secde 32/19 ve En-Necm, 53/15) (Yunus, 10/25 ve el-En’âm, 6/127) (Fâtır, 35/35) (En-Nevevi, şerhu müslim, Kahire (t.y.), XIII. 28) (Buhârî, Cihad 4) (El-Bakara, 2/143) (El-Aynî, Umdetü’l-Kâri) (Fî Şerhi Sahihi’l Buhârî, İstanbul 1309, VI 539) (Ayrıca bkz. et-Taberi, Tefsir, Mısır XVI. 37-8)
         Hoca bu hikmetinde Firdevs cennetinden davetiye geldiği halde içinde bulunduğu Adn cennetinin nimetlerini de birlikte Cemal için reddettiğini ifade ediyor.

*

On altımda bütün ruhlar pay verdi. “Hay, Hay! Size mübarek olsun.” deyip Âdem geldi. “Evlâdım!” diye boynuma sarılıp, gönlümü aldı. On yedimde Türkistan’da yaşamaya başladım.

AÇIKLAMALAR:
         Hoca Ahmet on altı yaşındayken kendisine bütün ruhların pay verdiğini ifade ediyor. Cenab-ı Allah on sekiz bin âlem yaratmıştır. Ve bunu ışıktan yaratmıştır. Işığın yoğunlaşması ile mekân ve eşya ortaya çıkmıştır. Doğada var olan, canlı cansız her şeyin ruhu vardır. Ruhu olmayan yoklukla maluldür. Yani yaratılmamıştır. Bedenimizde daha evvel de açıkladığımız gibi iki trilyon hücre vardır. Bunları beslemek için, imal edebildiğimiz ve imal edemediğimiz (fotosentez yapamadığımız için karbon ve azotu birleştirerek amino asitleri elde edemeyiz, sair organik maddeler ve tuz gibi elementler vs.) gıdaları, toprağın altından, toprağın üstünden, gök yüzünde uçanlardan ve denizlerdeki bitki ve hayvanlardan temin ediyoruz. Şunu hatırlamalıyız ki bütün bunların da değişik seviyelerde olgunlaşmaya çalışan ruhları vardır. İnsan olarak bu bitki, hayvan ve böceklerden maddi olarak istifade ettiğimiz gibi, onların ruhaniyetlerinden de pay almaktayız. Bizi canlı tutan enerjinin bir kısmı da onlardan temin edilmektedir. Bu ruhaniyetlerin bir konsensüste uyum temin etme görevi NEFSE düşer. Eğer nefis, Allah’ın bizim vücudumuza üflediği ruhun rehberliğine uyarsa o zaman ruhlar arasında uyumlu birlik ve beraberlik ruhu oluşur. Buna TEVHİD denilmektedir. Sembol olarak LA İLAHE İLLALLAH kelimesinde manasını bulur. Bu seviyeye gelmiş olan NEFİS, Hakk’ın bize üflediği ruh ile o da doğayı oluşturan ruh ile birleşerek büyük TEVHİDİ meydana getirir. Bunu Mevlevi mutasavvıfları “Bir katre idim, ummana düştüm” mısrası ile ifade etmişlerdir. Fetih suresinin 29. ayeti ve onun son cümlesi meseleyi herkesin anlayacağı şekilde açıklamaktadır.
         Burada, yaratılmış bütün insanların da; ruhlardan Hoca Ahmet gibi pay aldığını görüyoruz. Ancak her insanın nefsi Kuran’ın öngördüğü doğru yoldan şaşmadan yolunda gitmediği gibi, TEVHİD’e de kolay kolay ulaşamıyor. Bilse bile idrak etmenin zorlukları, hidayet eksikliği yüzünden zor oluyor. On altı yaşında ruhlardan pay aldığını söylediğine göre, TEVHİD’e ulaşmamış olsaydı, biraz idrak eksikliği olsaydı Hoca Ahmed  bu hikmeti ifade edemezdi.
         Adem sefiyullah’ın; Allah’ın hayat veren yüce ismi Hay esmasını tekrar ederek Hoca Ahmet’e “Mübarek olsun” demesi de, yukarıdaki açıklamalarımızı da teyit eder mahiyettedir. Çünkü iftihar ettiği evladı yaratılmış doğa ile onun hayatı ile bütünleşmiş hayatın değerini ve gücünü idrak etmiştir. Bu yüzden kutlanması gerekir. Hoca Ahmet, bundan sonra artık Türkistan’da yaşamaya başlamıştır.         

*

On sekizimde kırklar ile şarap içtim. Zikir söyleyip, hazır durup göğsümü deştim. Nasip kıldılar, cennet gezip, hurileri kucakladım ve Hak Muhammed Cemallerini gördüm.

AÇIKLAMALAR:
         Hoca Ahmet; on sekiz yaşında miraca çıktığını ifade ediyor. İfade edildiğine göre, cennette dört nehir vardır. Bunlardan biri ŞARAP nehri, AŞKı temsil eder. İkincisi SÜT ilmi temsil eder. Üçüncüsü SU hayatı temsil eder. Dördüncüsü BAL imanı temsil eder. Yukarıda bunları açıklamıştık. Hz. Muhammed SAV.’de miraca çıktığında kendisine ŞARAP (Kuran’ı Kerim’de HAMR olarak geçer) ikram edilmiş ve kırklarla onu içmişti.
         Hoca Ahmet, cemal görmek için Firdevs’den gelen daveti kabul etmemişti. Ama bu sefer TEVHİD’in sırrına ermesi üzerine miraca çıkıp, cennetlerdeki hallerinden maada Hakk’ın ve peygamberimiz SAV. Hz.’lerinin cemalini gördüğünü ifade ederek Fetih suresinde Hakk’ın vaat ettiği aziym ecirin ne olduğunu da açıklamış oluyor.

*

On dokuzumda yetmiş makam açığa çıktı. Zikrimi söyleyip içim ve dışım temizlendi. Nereye varsam Hızır Babam hazır oldu. Gavslar gavsı mey içirdi, doydum.

AÇIKLAMALAR:
         Burada Hoca, fonksiyonel işleri realize etmek için yaratılmışa mesnet olacak rütbeli makamlardan bahsetmektedir. Bu konuda geniş malumat Muhyiddin’i Arabi’nin Fütühatı Mekkiye isimle eserinde vs. görüşlerinden anlaşılmaktadır. Buna göre; Hakk’ın kendinden kendine tecellilerinde hazır bulunuşu varlık bilgisi bakımından beş mertebe olarak tefrik edilmektedir.
         Bunlar;
1- Zat Mertebesi veya “Mutlak Ademi Tecelli Mertebesi” ki buna GAYB-I MUTLAK yahut SIRRU-S SIR da denir.

         2- Sıfatlar ve esma (isimler) mertebesi ki buna ULUHİYYET makamı denir.
         3- Ef ’al (filler, işler, ameller) mertebesi ki buna RUBUBİYYET makamı da denir.
         4- Emsal ve hayal mertebesi ki buna ÂLEM-İ MİSAL denir.
         5- Hisler ve müşahede (ya da şuhut) mertebesi ki buna ALEM-İ  ŞUHUD denir.
         Âlemi birlemede, tevhid’in bir tenzihi (suç ve noksanlıktan uzak saymak), bir de teşbihî (benzetmek, benzetilmek, Cenab-ı Hakkı mahlukata benzer vasıfta vehmetmek) yönü vardır. Aslolan bu iki yön arasındaki dengenin korunmasıdır. Tenzih, bizi mutlak olan zat’ın birliğine götürür. Teşbih ise yaradılışın çokluğuna (kesret). Birincide Allah bâtın, ikincide Allah zahirdir. Âlemin zuhurundan evvel Allah EL gayb-ül mutlak halinde idi. Kainattaki her varlık bir yönüyle zatı temsil eder. Bâtın ile zâhir yani gizli ile açık alem arasındaki bağ (berzah) ise insan-i kâmil’dır. İnsanı kâmil; Allah’ın aynası, ilmidir. Kalem, bu insanın ruhu, levh’ül mahfuz ise kalbidir. Zahir ile batın, Hakk ve halkın zıtları insanı kâmil tarafından birleştirilir. Ansızın meydana gelme ve erişip varma AŞK iledir. Ancak yetkinleşmek için AŞK ilkesi yeterli değildir. Akıl, vicdan, sevinç, sezgi ve hisler ve müşahede yani (şuhud) gibi ilkelerde de yetkinleşmek gereklidir. Yaşanılan bir tecrübe olarak tasavvuf bir dizi disiplin ve temrinle kişinin nefsini terbiye ederek arındırması sonucu Allah’ın mutlak zat’ının dışında hiçbir varlığın kalmadığı bir fena makamına ulaşma yolculuğudur.
         Bu yolculuk belli bir disiplinle ve bir velî’nin gözetiminde sürdürülür. Burada Hoca Ahmet, “nereye varsam Hızır Babam hazır oldu” demek suretiyle durumu belirtiyor. Ancak açıktır ki tasavvuf bir zevk işidir. Yani kişisel mizaca bağlıdır. Dolayısıyla kişinin Allah’a yönelik tutkulu ve kalbî yolculuğu, bir nefis terbiyesinin ötesinde bir muhabbet ve AŞK temelini gerektirmektedir. AŞK ise bir öğretinin kazanımından ziyade kişinin kendi öznel varlığı, yeteneği ve tecrübesiyle ilgili bireysel bir estetik üsluptur. Yaşamsal kazanımla ve pratikle ilgili bir eğilimdir.

*

Yaşım yirmiye gelince makam geçtim. Allah’a hamd olsun, pir hizmetini tamam ettim. Dünyadaki kurt ve kuşlar bana selam verdi.

AÇIKLAMALAR:
         Hoca Ahmet yirmi yaşında eğitim gördüğü ekolün prensiplerini koyan Pir’e gereken hizmetleri tamam ederek icazet aldığını ifade ediyor. Bunun sonucunda olgunlaşmakta vardığı seviyeyi ifade etmek için, doğa ile bütünleşmesini kurt ve kuşların kendisine zarar vermediğini, onlarla nasıl dost olduğunu ve içinde bulunduğu selameti anlatıyor.

*

Hikmet işitip, ağlamayan mümin değildir. Erenlerin söylediği sözü dinlemeyen, ayet hadis ve Kuran’ı anlamayan mümin değildir. Bu rivayeti arş üstünde gördüm.

AÇIKLAMALAR:
         Ağlamak hidayetin varlığına delildir. Allah’a yakınlaşmış ermiş kişilerin sözünü dinlemeyen, ayet hadis ve Kuran’ı anlamayan mümin değildir. Çünkü İslam ilmin kıymetini öğreten bir mesaj taşır. İlmi talep etmeyen, öğrenmek istemeyen, Allah’a yaklaşmanın yollarını aramayan kişide zaten iman yoktur. O kişinin bu yüzden İslam’la ilgisi ve bağlantısı da yoktur.  Böyle kişilerin mümin olması da mümkün değildir.

*

Ben rivayeti görüp Hakk’la söyleştim. Ben yüz bin türlü meleklerle yüzleştim. O sebepten Hakk’ı söyleyip izleştim. Can ve gönlümü O’na feda kıldım işte.

AÇIKLAMALAR:
         Hoca burada yüz bin meleklerle yüzleştiğini söylüyor. Melekler bedenlerin yeteneklerini ve güçlerini idare etmek üzere geliştirilmiş melekelerdir. Bir insan bedeninde çok önemli olmak üzere beş yüz güç vardır. Ve bu güçler yetenek ve melekeleri geliştirerek şahsın kapasitesine bağlı olarak değerlendirilir. Buna göre bilinen beş yüz gücün üstünde bir başka ruhani güçler vardır ki yüz bin eder. Bu beş yüz gücün en başında, kariyer gücü, aile gücünü değerlendirme gücü ve rızık kazanma gücü hemen en önde gelir. Çok eski Çin kaynaklarında da bu böyle değerlendirilmiştir.

*

Kul hoca Ahmet yaşın ulaştı yirmi bire. Neyleyeceksin. Günahların dağdan ağır. Kıyamet günü Rabbim kâdir gazap etse ey dostlar nasıl cevap verebilirim.

AÇIKLAMALAR:
         Hoca yirmi bir yaşına geldiği zaman günahlarının dağdan ağır olduğunu söylüyor. Baştan beri kendisinin ilim elde etmek için ne kadar büyük emekler verdiğini anlamış olduk. Fakat ilim kolay elde edilmez. Daha çok deneme yanılma metodu ile gelişimini sürdürür. Her yanılma, her hata dikkatsizliğimizin veya özensizliğimizin bir sonucu olarak karşımıza çıkar. Bugün çok iyi biliyoruz ki, nerede üretim varsa orada bir miktar defo vardır. Üretimin en büyük sorunlarından birisi defo miktarını en aza indirmektir. Bu konuda gayret eksikliği ve baştan savmacılık günah kategorisine girebilir. Bunun değerlendirmesini elbette kâdir olan Rabbimiz yapacaktır. Burada Hoca Ahmet Yesevi büyük bir hassasiyet göstermekte ve af ümidini muhafaza ettiğini ima etmektedir.

   
     
1
HOCA AHMED YESEVİ
DİVAN-I HİKMET
1

© 2005 Işık Sükan - Her Hakkı Saklıdır. İzin almadan çoğaltılamaz ve kopyalanamaz.
Bu site bir Bora Döken tasarımıdır.