Yazan: Işık SÜKAN
EY dostlar temiz aşkını ele aldım. Bu dünyayı düşman tutup yürüdüm ben işte. Yakam tutup hazretine sığınıp geldim. Aşk kapısında Mansur oldum ben işte.
AÇIKLAMALAR:
Hoca Ahmet dostlarına sesleniyor. Burada bahsettiği temiz aşk aynı zamanda ışık ve nur manasına da geliyor. Yani aydınlık ve güçlü ışığın veya aşkın önderliğinde, dünyayı yol kesici bir düşman gibi farz ederek ilerliyor. Ve bu esnada yakasını tutup, yani tam bir disiplinle Hz. Allah’a sığınarak aşk kapısına geliyor. Ve orada Mansur oluyor. Bildiğiniz gibi Mansur “Enel Hakk= Ben Allah’ım” dediği için, avam yobazlar tarafından derisi yüzülerek katledilmiştir. *
Aşk yolunda âşık olup Mansur geçti. Belini bağlayıp Hakk işini sıkı tuttu. Melâmetler ihanetler çok işitti. Ey müminler hem Mansur oldum ben işte.
AÇIKLAMALAR:
Mansur aşk yolunda ilerlerken zirvede, mecazdan kurtulup Allah’a âşık oldu. Belini bağlayıp yani olanca gayretiyle Hakk işinde disiplini sıkı tuttu. Ama hakir görülerek işkence edilerek her türlü rezilliğe muhatap oldu. Hoca Ahmet’de müminlere seslenerek Mansur’la eşleştiğini beyan ediyor.
*
Aşık Mansur “Enel Hakk”’ı dile getirdi. Cebrail gelerek “Enel hakk”’ı beraber söyledi. Cebrail gelerek başın ver deyip yola saldı. Darağacına asılıp cemalini gördüm ben işte.
AÇIKLAMALAR:
Aşık Mansur “Enel Hakk”’ı dile getirince Cebrail AS. gelerek aynı sözü onunla beraber tekrar etti tasdik etti. Fakat bu sözün bedeli ağır idi. Aşık Mansur’a “Başını ver” deyip, bu yolda devam etmesini temin etti. Hoca Ahmet, darağacına asılınca, Hakk’ın cemalini gördüğünü ifade ediyor.
*
Mansur gelince darağacı eğilip kendi aldı. Batın gözü açık olanlar hayran kaldı. Işık salıp Allah kendini nazar eyledi. Ey sevgili deyip cemalini gördüm ben işte.
AÇIKLAMALAR:
Mansur gelince darağacı eğilip kendi aldı. Batın gözü açık olanlar bu olayı görerek hayran kalmışlar. Şöyle ki ışık salan Allah, ben Allah’ım diyen Mansur’a nazar eyledi. Yani Allah ışık salarak kendi kendine baktı. Buna şahit olan Hoca Ahmet “Ey sevgili” diyerek Hakk’ın cemalini gördü.
*
Nida geldi o darağacına “çok boğma” diye “sıkı dur her yan bakıp sen ağmağıl” Taşa dedi “emrimi tutup sen değmeyesin” Levh-i Mahfuz tahtası da gördüm ben işte.
AÇIKLAMALAR:
Hakk’dan o darağacına; “Çok boğma, sıkı dur, muhkem dur, etrafa bakıp kendini gösterme”, taşa da “Emrimi tut ona değme” diye ses gelmiş. Dünyada olup biten, mazide ve gelecek zamanlarda, her şeyin kayıtlı olduğu Levh-i Mahfuz tahtasında Hoca Ahmet Yesevi olup bitenleri böyle görmüş.
*
Üç yüz molla yığılıp yazdı çok rivayet. Şeriattır ben de yazayım bir rivayet. Tarikatta hakikatta Hakk’tır himaye etmek. Başımı verip Hakk sırrını bildim ben işte.
AÇIKLAMALAR:
Medreseli üç yüz talebe (Molla) olup bitenler hakkında çok rivayet yazdılar. Hoca Ahmet şeriata uygun olsun diye bende bir rivayet yazayım diyor.
İslam tasavvufunda; şeriat, tarikat, hakikat, marifet kapıları vardır.
Şeriat; İslam hukukunun esaslarını beyan eder. |
Tarikat: Hakk’a yakınlaşmanın en önemli yolu olan zikir ve tespihatın tarzlarını öğreten ekol, okul |
Hakikat: Kainatlar ve yer yüzündeki mevcudatın tabî olduğu tabiat kanunları ve nizamatı ihtiva eder..
|
Marifet: insanda mevcut olan yeteneklerin, ilmi esaslar dâhilinde geliştirilmesi ve kullanılması hakkındadır.
|
Hoca Ahmet başını verince, doğal olarak kayıtlardan kurtulup, tarikat ve hakikatın özü olan kuralı özümsüyor. Bu da HİMAYE esasıdır. Demek ki Hakk’ın en büyük sırrı; tarikatta ve hakikatte HİMAYE’dir.
*
“Enel Hakk”ın manasını bilmez cahil. Bilge gerek bu yollarda mertlerin denizi. Akıllı kullar Hakk yağdını dedi sevgili. Candan geçip sevgili’yi sevdim ben işte.
AÇIKLAMALAR:
Cahil olanlar “Enel Hakk” ‘ın manasını bilemezler. “Enel Hakk” ben Hakk’ım demektir. Bildiğiniz gibi, insan beden + ruh sentezinden oluşmuştur. Beden, iki trilyon hücreden meydana gelmiştir. Her hücre klonlanarak insan bedeninin tıpatıp aynısını elde etmeye müsaittir. Her hücre insan denen yaratığın çekirdeğidir. Bu çekirdeği bir madde olarak düşündüğümüzde, bilindiği gibi maddenin en küçük parçası olan atomlardan oluşmuştur. Atomları da ayrıştırdığımız zaman elektron ve pozitron denen parçacıklardan ibarettir. Elektronlar, pozitronun etrafında 40.000km/sn hızla dönmektedir. O yüzden Einstein E=MC2 formülü ile madde=enerji demek suretiyle Nobel ödülünü kazanmıştır. Enerji aslında ışıktır. Yani uzun lafın kısası; madde ışıktan yaratılmıştır. İslamiyet; mükevvenatın nuru-Muhammediye’den (meth edilmeye en layık ışık) yaratıldığını baştan beri ifade etmektedir. Yuhanna İncili’nin ilk ayeti de “Tanrı ışıktır ve O kelamdır. Onların evine geldi ama onlar bunu bilmediler.” Demek suretiyle çok derin bir gerçeği iki bin yıl evvel ifade etmiştir.
Bilindiği gibi; Hakk, Adem’in bedenini yaratıp ona kendi ruhundan üfleyerek canlandırmıştır. Hakk’ın ruhu; emirdir. Hakk “Hz. Muhammed’e ruh hakkında, bilir bilmez konuşmayın ama sana kısaca onun emir olduğunu söyleyebilirim” (HADİS) demiştir. Düşünülecek olursa insan; HAKK’ın CEVHERİ’dir. Onun için “Enel Hakk=Ben Hakk’ım” sözü gerçektir.
Bilindiği gibi; Konya’da, iki deryanın kavuştuğu yer diye bilinen mahalde, Şemsi Tebrizi Hz.’leri Hz. Mevlana’ya onu durdurup “Enel Hakk diyen Hallacı Mansur doğru mu söyledi?” diye sordu. Hz. Mevlana “Evet” deyince, Şemsi Tebrizi “Hz. Muhammed hiçbir zaman Enel Hakk demedi. Hallacı Mansur mu büyük yoksa Hz. Muhammed mi?” diye sordu. Hz. Mevlana “Tabiî ki Hz. Muhammed daha büyüktür. Çünkü kendisi her an başka bir şanda olduğu için Enel Hakk demeye vakti yoktu.” demiştir. Şemsi Tebrizi Hazretleriyle Hz. Mevlana’nın ilk karşılaştıkları yere; “Deryaların kavuştuğu yer” denmiştir.
(Akıllı kullar Hakk yağdını dedi sevgili) Sevgiliden kasıt Hakk’tır. Kuran’ı Kerim’in Ahzab Suresinin 41 ve 42. ayetlerinde Cenab-ı Hakk’ı sabah akşam yad etmek yani zikretmek farz olarak emredilmiştir. 42. ayette de Cenab-ı Hakk’ı tespih etme görevi ile O’nu en güzel isimlerle yad etmek vazifesi müminlere farz olmuştur. İman ancak akıllı kullarda olduğu için, bu eşsiz ibadet de akıllı kullara mahsustur. Hoca Ahmet bu ince hakikatı hikmet olarak beyan ediyor.
Adem, Cenab-ı Hakk’ın ruhunu O’nun bedenine üflemesiyle canlanmıştır. İnsan için en değerli şey candır. Can olmasa hayat olmazdı. Bununla birlikte, Hakk’ı sevmek adına can vermek, Hoca tarafından hayattan üstün tutulmuştur.
*
İma eğledim bilge olsa ibret alsın. Zahir ilminden yazıp söyledim. İşaret kalsın. İnci gevher sözlerimi gönlüne koysun. Halden deyip aşıklara verdim ben işte.
AÇIKLAMALAR:
İslamda; ilimler zahir ve batın olarak da ayrılmıştır. İmam-ı Eş’ari’ye göre de ilimler dini ilimler, dünyevi ilimler olmak üzere de ikiye ayrılmıştır. Hâlbuki Fatiha’yı Şerife’nin birinci ayetinde ilimler asla birbirinden ayrılmaz. Burada Hoca Ahmet bilge kişilerin hikmetlerden ibret alabilmesi için, zahir ilminden yazıp söylediğini anlatıyor. Böylece yazının sözlü ifadelerden üstünlüğünü ortaya koyuyor. Gelecek zamanlara, inci mücevher değerindeki sözleri gönüllerde saklansın istiyor.
Hakk yoluna giden talebelere derviş denir. Dervişler bu yollarda halden hale geçerek tecrübe elde ederler. Dervişlerin en değerlileri Hakk âşıklarıdır. Hoca bilhassa hikmetlerinin âşıkların gönlünde saklanmasını istiyor.
*
Sahipsiz Mansur hor görülmekle oldu tam. Bir söz ile dostlardan oldu ayrı. Kalb halini hiç kimse bilmez. Tanrım tanık. Kanlar yutup ben hem tanık oldum ben işte.
AÇIKLAMALAR:
Mansur hor görülmekle; hallerden bir hali tecrübe etmiş oldu. Bu çok büyük imtihanlardan biridir ve bu imtihan sırasında dostlardan ayrı düşülür. Kalbin halini ise hiç kimse bilmez. Sadece Tanrı bilir ve şahit olur. Hoca Ahmet kanlar yutup çok ıstırap çekerek bu hali yaşamış ve tecrübe etmiş ki Mansur’un kalb haline Tanrı gibi şahit olduğunu söylüyor. Böylece ince bir zekâ ile “Enel Hakk” diyor.
*
Bir gece seherde garip Mansur çok ağladı. Işık salıp Allah kendisi rahm eyledi. Ondan sonra kırklar bakarak şarap verdi. Bilgelere bu sözleri dedim ben işte.
AÇIKLAMALAR:
Kuran’ı Kerim’de Esra suresinde; günün mübarek saatleri beyan edilmiştir. Bu özel zamanlar içerisinde en önemlisi şüphe yok ki seher zamanıdır. Bir gece garip Mansur çok ağlamış. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk onun üzerine ışık salarak, kendisine merhamet etmiş. Bu duruma bakan kırklar, Mansur’a aşk şarabı ikram etmişler. Burada kırklar “Birimiz hepimiz hepimiz birimiz içindir.” prensibini güderler. Bu da kısaca TEVHİD demektir. Tevhide gelindiğinde ayrı gayrı kalmaz Hakk’la bir olunur. Bu da sonuç itibari ile “Enel Hakk” makamına işaret etmektedir. Hoca Ahmet Yesevi bilge kişilere; seherlerde çok ağlamanın ve tevhide gelmenin yolunu sade bir şekilde dile getirmiştir.
*
Cahillere essiz sözüm hayf-ı hikmet. İnsanım deyip belini bağlar hani himmet. Dünya için birbirine eylemez şefkat. Zalimlere esir olup öldüm ben işte.
AÇIKLAMALAR:
Hoca Ahmet, cahillere eşi menendi olmayan değerde, korkutucu bir hikmetle hitap ediyor. “Dede himmet, oğlum hizmet” sözü belirttiği gibi insanım deyip belini bağlayanlar için Hoca “Hani himmet?” diye soruyor. Dünya mal ve zevkleri için bu insanların birbirlerine şefkat göstermediğinden şikayet ederek zalimlere esir düşüp öldüğünden bahsediyor. Cahiller, insanlara hizmet etmedikçe himmet (yardım) göstermedikçe Hakk’tan cezadan başka bir şey beklemesinler. İşte bu korkutucu bir hikmettir.
*
Zalimlerde had ne ola. Bizde günah dervişlerin huyu kötü, geçmez dua. O sebepten sultan kılar bize cefa. Ayet hadis anlamından söyledim ben işte.
AÇIKLAMALAR:
Bir evvelki hikmette beyan edildiği gibi; insanlarda zalimliğin sınırı (haddi) kaybolmuş. Dervişlerin huyu kötü çünkü hizmet etmezler, yardım etmezler o yüzden duaları kabul olmaz. O yüzden sultan (Melik-ül Mübin) bu gibi kişilere cefa eder. Hem Kuran’da böyle anlatılmıştır. Hem de SAV. Hazretleri hadislerinde böyle olduğunu açıklamıştır.
*
Zalim eğer cefa eylese Allah de. Elini açıp dua eyleyip boyun eğ. Hakk yardımına yetmez olsa endişe eyle. Hakk’tan işitip bu sözleri söyledim ben işte.
AÇIKLAMALAR:
Zalim zulüm yapmaya başlayınca, mağdur (zarar gören) elini açıp boyun bükerek cefadan kurtulmak için Allah’a dua etmeli. Bir taraftan da acaba daha önce bu zulmü bu cefayı Hakk edecek ne yaptım? Diye düşünmeli. Eğer bütün dualarına rağmen Hakk yardımına gelmiyorsa demek ki mazide yaptığı kötü bir hareketi yüzünden Hakk zalimleri ceza olarak kişinin başına sardırmış demektir.
*
Zalim eğer zulüm eğlese bana ağla. Yaşını saçarak bana sığınıp belini bağla. Haram şüphe terk ederek yürek dağla. Zalimlere yüz bin bela verdim ben işte.
AÇIKLAMALAR:
Zalim eğer zulüm yaparsa Hoca Ahmet Yesevi’nin makamına giderek ağlamalı ve ona sığınıp ona tabî olmalı. Haram şeylerle şüpheli şeyleri terk ederek yüreğini kararlı bir duruma getirmeli. O zaman zalimlerin başına yüz bin bela sarılır. *
Zalimlerin yakını nedir ben yaratan. Yaradan’ı aklına getirmeden sen unutan. Benden vazgeçip zalimlerin elini tutan. Zalimlere kendim kıymet verdim ben işte.
AÇIKLAMALAR:
Zalimlerin yakını nefsi emmaredir. Yani ben (ego). Yaradanı aklına getirmeden O’nu anmayı unutan (yani Ahzap suresi 41 ve 42. ayetlerin gereğini yerine getirmeyen) zalimlerin elini tutup onlara kıymet veren ben (ego)’dir. *
Sana ceza Yaradan’a yalvarmadın. Allah deyip geceleri kalkıp inlemedin. Gerçeklerden sözler söyledim işitmedin. Zalimlerin elini uzun kıldım ben işte.
AÇIKALAMALAR:
Bundan evvelki sözler bu hikmeti de açıklamaktadır. *
Zalimleri şikâyet etme zalim kendin. Huyun riya tesir etmez halka sözün. Dünya malını dolu verdim doymaz gözün. Harisleri “Siccin” içine saldım ben işte.
AÇIKALAMALAR:
Burada zalim olan kimselerin başkalarının zulmünden şikayet etmemesi gerektiği ifade ediliyor ve zalimlerin kötü huyları tavsif ediliyor. Bunların dünya malına çok düşkün olduğu malı ne kadar çok olursa olsun yine de gözlerinin doymadığı, harislerin cehennemin en ağır kısmı olan “siccin”ne salınması gerektiği ifade ediliyor. *
Kızıl dudağı hareketlenip söyledi seni. Can ve kalbim ümmetlerin gözünün aydınlığı. Hakk’a kul bana ümmet olan hani. Gerçek ümmetin sinesine koydum ben işte.
AÇIKLAMALAR:
Burada Hoca Ahmet Yesevi’nin sevgili peygamberimiz SAV. Hz.’lerinde fena fillah olduğunu ima etmesi söz konusudur. “Can ve kalbim ümmetlerin gözünün aydınlığı. Hakk’a kul bana ümmet olan hani?” Sözleri ifademizi doğrulamaktadır. Kızıl dudağı hareketlenip söyleyen resulullah SAV.’dir. “Gerçek ümmetin sinesine..” Hoca Ahmet’i koyan yine SAV.’dir. *
Kul Hoca Ahmet Hakk sözünü söyleyip geçti. Aynel-yakin tarikatta bozlayıp geçti. İlmel-yakin şeriatı gözleyip geçti. Hakkel-yakin hakikatinden söyledim ben işte.
AÇIKLAMALAR:
Bu hikmette kul Hoca Ahmet Resulullah SAV.’da fena fillah olmanın da ötesine geçerek; Cenab-ı Allah’a yakınlık mertebelerini idrak ediyor. Önce ilmel yakin hasıl olarak şeriatı gözleyip geçiyor fakat daha sonra yüksek yakınlık mertebesi olan Hakkel yakin hakikatinden hikmetleri ifade ediyor.
Bilindiği gibi; hendek savaşında düz arazide konuşlanmış olan SAV. Hz.’leri ve ashabı, Ebu Cehil ve taraftarlarının ki onlar iki bin kişi den fazlaydı saldırısına maruz kalmışlardı. Ashab aşağı yukarı üç yüz kişiydi ve çoğu silahsızdı. Peygamberimiz kendisine herhangi bir vahiy gelmediği için ashabıyla istişare etmiş, saldırı kuvvetlerinin geleceği istikamete hendek kazarak nispi bir savunma önlemi almıştı. Düşman kuvvetleri ufukta belirince Resulullah SAV. çaresizlik hissiyle yerden bir avuç kum alarak düşmana doğru savurdu. O anda korkunç bir kum fırtınası çıkarak düşman kuvvetlerini geriye doğru savurdu. Onlar, bütün ağırlıklarını bırakarak kaçmak zorunda kaldılar.
Kuran’ı Kerim’de bu olay ayetlerle şöyle tavsif edilmiştir. “Ya Resulullah, o el senin elin değil benim elimdi.” İşte bu ayet sevgili efendimizin o anda Aynel Yakîn mertebesinde olduğunu ifade ediyor ki bu “Ha Peygamber, ha Hakk” demektir. Cenab-ı Hakk’ın peygamberimizin bütün azalarına nuruyla inip tenezzül ettiğini anlatıyor.
|