PERİLİ
KÖŞK Rahmetli anneannem,
hem halleri vakitleri yerinde; hem de çok güzel
olan bir prensesmiş. Okuma yazmanın bile büyük
bir meziyet sayıldığı o zamanın devrinde, dedem
de Galatasaray Lisesi mezunu, ana dili gibi Fransızca
bilen, çok iyi eğitim almış bir beyefendiydi.
Kendisinin Kartal Telgrafhanesi’ne müdür olarak
tayin edildiği dönemde, anneanneme talip olmuş.
Bu hikâye, dedemin Galatasaray’dan
yeni mezun olduğu ve henüz on altı, on yedi yaşlarında
olan anneannemle evlendikleri sırada yaşanmış
hakiki bir maceradır.
O zamanlar, şimdi olduğu gibi, İstanbul’da
ulaşım araçları yok. Onun yerine atlı tramvaylar
var. Atlı tramvaylar Karaköy’e gelir, Karaköy’den
de vapura binilirdi. Vapurlar şimdiki vapurlar
gibi değildi. Onun yerine yandan çarklı vapurlar
vardı. Çarklı vapur iskelenin açıklarına demirlerdi.
İskeleden sandallarla bu gemilere yolcular taşınırdı.
Tarihçilerimizden Reşat Ekrem Koçu’nun yazdığına
göre, beyefendilerin tarifesi 1 Lira, eğer yanlarında
hizmetçileri varsa, hizmetçilerin ücreti yarım
Lira idi. Şimdi nasıl çocuklardan az para alınıyorsa,
o zamanın devrinde de bu tür bir uygulama vardı.
Dedem kayıkla vapura, vapurla da Kadıköy’e geçiyordu.
Kadıköy’den de faytona biniyor ve saatlerce süren
bir yolculuğun ardından Kartal’a ulaşıyordu.
Yeni evli müdür bey, Kartal’da kiralık
bir konak bulmuş, sevgili eşiyle, hayatına bu
güzel kasabada başlamayı planlamıştı.
Kiraladığı konak, biri boş diğeri
de ev sahibinin oturduğu ikiz konaklar şeklindeymiş.
Birbirlerine o kadar yakın inşa edilmişler ki,
sporcu bir kişi rahatlıkla birinin balkonundan
diğerine atlayabilirmiş. Dedem evi çok beğenmiş.
Denize nazır, kirası da makul bir konakmış. Ev
sahibi kelli felli bir beyefendiymiş. Dedem konağı
tutmaya talip olunca, o zamanın insanlarının çok
dürüst olması nedeniyle mal sahibi : “Beyefendi!”
demiş. “ Siz benim konağıma talip oldunuz, yeni
evli olduğunuzu söylüyorsunuz.. Evi de beğendiniz,
ücreti de size makul geldi; ama bu evin adı periliye
çıktı. Böyle bir şey yok, biz inanmıyoruz. Ama
hangi kiracı gelse, bir gece yatıyorlar ertesi
gün; “efendim, kusura bakmayın, bu ev perili!”
diyerek, evi boşaltıyorlar. Ben de size haber
vereyim dedim. Evi ona göre tutun, refikanız hanımefendi
(o zaman eşiniz diye bir kelime yok. Refik arkadaş
demek. Refika da kadın için kullanılır.) falan
korkmasın!” diye uyarır. Dedem de öyle kolay kolay
perilere cinlere inanmaz. “Önemli değil! Ancak
siz refikama bu konuda bir şey söylemeyin!” diyerek,
evi tutmuş. Parayı da ödemiş.
Bu olaydan sonra eşyasını ve eşini almak üzere
İstanbul’a dönmüş. O sırada anneannem şimdiki
Çapa Tıp Fakültesi’nin karşısında dört yol ağzında,
muazzam bir mektep binası gibi olan, konakta oturuyor.
(Ben ilkokul beşinci sınıfındayken, orası istimlak
edilerek Londra asfaltı adı verilen caddeye katıldı).
Neyse dedem anneannemi de alarak Kartal'a nakletmiş.
Anneannem, taşındığı konağı beğenmiş.
Hanım komşular, yardıma gelmişler, el birliği
ile ortalığın temizliğine nezaret edilerek yerleşilmiş.
O sırada hanımlardan biri; “Efendim, bu eve kim
geldiyse, bu ev tekin değil diye, ertesi gün,
çıktı.” Bu sözü söyleyen kadına, diğer komşular
kaş göz ettilerse de anneannem, sonunda her şeyi
öğrenmiş. Komşular, o zamanki geleneklere göre,
biri yeni bir eve taşındığında, kurulu düzen oluşuncaya
kadar, ortaklaşa olarak, yeni komşuya tepsilerle
yemek ikram ederlermiş. Dedem işten dönünce ikramlardan
oluşan mükellef sofrada yemeklerini yemişler.
Dedemle anneannemin taşındıklarının
ilk akşamı, gökyüzünde dolunay var. Mehtap geniş
yatak odasını bir güzel aydınlatıyor. Tam uyuyacakları
sırada dışarıda, bazı kapılar gıcırtıyla açılıp
kapanmaya başlamış. Nihayet yatak odasının kapısı
açılmış. Anneannemin uyuması zaten mümkün değil.
Dedeme, “Ay Sabri Bey!” dedikçe, o da; “sakin
ol hanımcığım, bir şey yok! sakin ol!” diye hanımını
yatıştırmaya çalışıyor. Bir de bakmışlar ki, hakikaten
çok güzel bir kız, sırtında beyaz bir gecelik
melekler gibi, altın sarısı beline kadar uzun
saçlarıyla süzülür gibi içerde dolaştıktan sonra
masum bir tebessümle kapıya yönelmiş. Bu sırada
dedem yataktan aşağı atladığı gibi terliklerini
giyip, kızı takip etmeye yönelirken, genç hanımı;
“Ay Sabri Bey! Sakın beni yalnız bırakmayın!”
diye sızlanıyormuş. Dedem de “Merak etme Hanımcığım!”
diyerek, aklına koyduğu gibi malûm perinin peşine
takılmış. Efendim, bizim peri hanım, yüzünde aynı
tebessümle tüm odaları dolaşmaya başlamış. En
sonunda yukarı kata çıkmış ve oradan karşıdaki
konağın üst balkonuna ok gibi atlamış ve içeri
girip kaybolmuş. Bunu gördükten sonra dedem, hemen
anneannemin yanına koşmuş. Zavallı hanımcağız
tir tir titriyormuş. Dedem de “Korkma! Bir şey
yok! O, uykuda gezer bir kızcağız dediyse de,
anneannem inanmamış; sabahı sabah etmiş. Sabah
ezanıyla dedem namazını kılar kılmaz, giyinmiş,
kuşanmış ve çıkarak, ev sahibinin kapısını çalmış.
Ev sahibi kapıyı açıp da karşısında, dedemi görünce,
içinden “Eyvah! Yine perili ev sözüyle ayrılmak
isteyecekler” diye geçirmiş. “Buyrun efendim!”
söylemiyle, dedemi misafir salonuna davet etmiş.
Dedem de başlamış anlatmaya; “Beyefendi sizin
15-16 yaşlarında, sarışın, saçları beline kadar
uzun, gerdanının şurasında beni olan bir kızınız
var mı?” diye sormuş. Devir taassup dönemi olduğu
için, adamın birden gözleri dönmüş; çünkü o zamanlar
kimse saçının bir telini bile göstermiyor. Dedem
“Telaşlanmayın! Bu kız sizin kızınız sanırım.
Uykuda gezerlik diye bir hastalık vardır ve tedavisi
mümkündür. Çünkü tüm evi dolaştıktan sonra, balkonun
korkuluğundan sizin evin balkonuna atladı. Bunu
bir cambaz bile zor yapabilir. Allah korusun o
sırada uyansa, aşağı düşüp paramparça olabilir.
Ben sizi uyarmak istedim. Tabii zevcem de gelecek
, kızınızla tanışıp, korkmaya lüzum olmadığını
görecek. Kısacası konağınızın perisi sizin kızınız.”
demiş.
Sonra anneannem, kendi gözleriyle
o güzel kızı görmesine rağmen; ”Efendi, biz bu
evden hemen taşınalım.” demiş. Dedem “Sen de gördün,
bak konağın kızıymış!” dese de anlatamamış. Anneannem
ısrar edince, apar topar taşınmışlar.
Bana kalırsa; henüz on beş yaşında
olan anneannem, muhakkak dedemi, o sarışın periden
kıskanmıştır…
|